“Dinle, o zaman,” dedi. “Benim fikrimce adalet güçlünün
çıkarına olandan başka bir şey değildir.”
Burada başlatıyor Thrasymachus tartışmayı.
“Devletlerin bazılarının tiranlıkla, bazılarının
demokrasi ile, bazılarının da aristokrasi biçimiyle yönetildiğini...”
“Güçlü olanlar hükümet koltuğunda oturma kabiliyetine
sahip olduklarından, onların çıkarına olan şey adildir.”
Burada devletin şeklinin önem arz etmediğini savunuyor.
“Adaletin birilerinin işine yaradığı, birilerinin
çıkarına olduğu konusunda sanırım hemfikiriz. Sen bir ek yapıp adil olanın,
güçlünün çıkarına uyan şey olduğunu söylüyorsun; bundan tam emin değilim işte;
bunun üzerinde biraz daha düşünmemiz gerekecek.”
Socrates, burada adaletin "bir şeyin" çıkarına
hizmet ettiği konusunda konsensusa vardıklarını söylüyor, şeyin ne olduğunu
tartışacaklar. Thrasymachus hükmedenin çıkarına diyor.
“Halkın yöneticilerine itaat etmesini doğru bir davranış
olarak görüyorsun, değil mi?”
“Evet, öyle!”
Tebaanın, hükümdara itaat etmesi Thrasymachus'un adalet
tanımına giriyor. Bu da tartışmanın temel noktalarından biri.
“O zaman yasa yaparken çıkarlarını korumuşlarsa, doğru
yapmışlardır, tersi durumda da, yanlış?”
“Öyle, bence.”
“Ve yasalar nasıl olursa olsun, doğru (hukuka uygun) olan
davranış, halkın bu yasalara uymasıdır sana göre, değil mi?”
“Şüphesiz.”
Hata yapıp yapamadıklarını tartışıyor burada. Thrasymachus
başta yapabileceklerini söylese de ileride bunun günlük dil alışkanlığı
olduğunu savunacak. Soyut bir hükümdardan bahsedilince hata yaptığı anda
hükümdar olmayı bırakacak, yani sonuç olarak hata yapamaza gelecek.
“Demek ki senin iddiana göre adil (haklı, doğru olan),
her zaman kudretli olanların yararına değildir; bunun tersi de söz konusudur?”
Socrates yakalıyor burada ama alçakça yakalıyor.
Thrasymachus'un ilk argümanında hata, çelişki var çünkü. Şu üstte bahsedilen
hata yapabilme meselesi; hata yaptığında da hala hükümdar olma meselesi; soyut
bakma meselesi. İleride sanatlarla daha iyi anlatılacak bu.
“Peki, söyle bakalım Thrasymakhos, adaleti, güçlünün
çıkarına olsun veya olmasın, gerçekten de yönetenin kendi çıkarına uyduğunu
düşündüğü şey olarak mı görüyorsun? Bunu böyle anlayabilir miyiz?”
“Tabii ki hayır,” dedi. “Yanılan bir insana, yanıldığı
anda güçlü mü derim sanıyorsun?”
Thrasymachus argümanındaki bu kabul edilebilir hatayı düzeltiyor
burada.
“Sen laf cambazının tekisin, Sokrates. Hastalıkları
anlamakta yanılan bir hekime, yanıldığı anda hekim denilebilir mi? Aynı şekilde
bir matematikçiye, yanıldığı anda matematikçi denilebilir mi? Doğru, belki
hekim, matematikçi ya da öğretmen yanıldı, deriz, fakat bunu lafın gelişi
söyleriz.”
Burada bahsedilen mesleklere soyut bakmak. Mesele
kanlı-canlı insan bir sanatçıdan, doktordan vs. çıkıp soyut, ideal bir varsayım
olan sanatçıya, doktora geçiyor. Thrasymachus gayet haklı bence burada,
Sokrates ucuz kelime oyunuyla tartışmayı kazanmaya çalışmış.
“Eğer bir adam gerçekten de işinin ustasıysa, yanılmaması
gerekir. Sanatçı, bilge veya yönetici gerçekten de bu tanımları hak
ediyorlarsa, asla yanılmazlar. Varsın, yok hekim yanıldı, sanatçı yanıldı,
desinler; bunun pek bir önemi yok. Demek istediğimi tam olarak söylememi
istiyorsan, ki sen bunu seversin, işinin uzmanı hiç kimse yanılmaz; ama uzmanlık bilgisinin bittiği
yerde; orada yanılır; yani uzman olmadığı alanda. Bu bakımdan da her zaman
kendi çıkarına olan düzenlemeleri yapar. Halk da bu düzenlemelere uymak
zorundadır. Öyleyse başta söylediğimi, şimdi yine tekrarlayabilirim: Adalet,
güçlünün (kudretlinin) çıkarına olan şeydir.”
Burada argümanını sağlamlaştırıyor. Hata yapmadığı sürece
kendi çıkarına hizmet eder; hata yaparsa zaten "o" değildir, öyleyse
problem yok argümanda. (Bu işinin uzmanı vs. yanlış anlaşılmaya açık duruyor
ama ulaşılabilecek bir nokta değil o uzmanlık; bir ideal.)
“ … kesin ve tam anlamında hekim, hastaları tedavi
ettiğini sanıp para kazanan adam mıdır, yoksa hastaları en iyi şekilde
iyileştirmeye çalışan adam mıdır?”
Socrates, burada Thrasymachus'un tanımına uygun doktorun,
doktorluğun daha doğru olur belki, özünden bahsediyor. Doktorluk sanatı
hastaları iyileştirmektir, özü budur, para kazanmak özü değil, bonusudur gibi.
“Tam o sırada denize açılıp açılmadığını göz önüne
almamıza gerek yok sanırım; üstelik (tam o sırada denizdeyse) bu nedenle ona
kaptan dememiz gerekmez; hatta böyle yapıyor diye ona tayfa bile diyemeyiz. Bir
kaptanı kaptan yapan şey onun tayfaları yönetecek otoriteye ve yeteneğe sahip olmasıdır.”
Kaptanı diğer denizcilerden ayıran, yani kaptan yapan şey
diğer denizciler üzerindeki otoritesi. Doktorla benzetince önemli bir nokta.
“Farz edelim ki sen bana ‘Beden kendine yeten bir şey
midir, yoksa başka bir şeylere de ihtiyaç duyar mı?’ diye soruyorsun. Ben de
sana şöyle cevap veriyorum: ‘Elbette başka şeylere ihtiyaç duyar; mesela
bedenimiz hasta düştüğünde tedavi edilmesi gerekir. Bizim modern hekimlik
sanatı da beden kusurlu olduğundan ve kendi kendine yetemediğinden bulunmuştur.
Bedenin çıkarına onun ihtiyaç duyduğu şeyleri sağlamak için var olmuştur
hekimlik sanatı.’ Öyle değil mi?”
Burada sanatların, mesleklerin soyut halleri mükemmel
olduğundan bir şeye ihtiyacı olmadıklarını, yani kendi çıkarları için değil
konularının çıkarları için var olduklarını anlatıyor.
“O halde hekimlik kendi çıkarını değil, bedenin çıkarını
gözetir.”
“Doğru.”
“Seyislik sanatı da aynı şeyi yapamaz mı? Yani, her sanat
dışarıdan başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadığından kendi nesnesiyle uğraşır,
değil mi?”
“Öyle olduğu aşikâr!”
“Sanatlar, sevgili Thrasymakhos, kendi alanlarına giren
nesnelere hükmeder, buyruk verirler, değil mi?”
Biraz gönülsüz bir şekilde de olsa bu söylediğimi de
kabul etti. (Burada çaktı artık olayı.)
“Öyleyse, bilim ve sanat güçlünün ya da üstünün değil,
kendisine tabi olan güçsüzün çıkarını araştırır ve buna göre buyruk verir,
değil mi?”
Buralarda artık çürütüyor Thrasymachus’u. Thrasymachus en
başta popüler ve makul bir söylemde bulunuyor aslında ama o kadar genelliyor ki
soyut adaletin tanımını somut deneyimlerle yapmaya çalışıyor, Sokrates de
kolayca çürütüyor bunu. Thrasymachus sonra Sokrates’in de izniyle geliştiriyor
bunu. Yine soyut adaleti bu sefer soyut, teorik bir şekilde tanımlamaya
çalışıyor. Böylece gittikçe seçkinci, yöneten-yönetilen ayrımı yapan, karamsar
bir görüşe yaklaşıyor. Sokrates bunu da çürütüyor. Thrasymachus’un bakış açısı
Hobbes’unkine benziyor sanki: herkesin herkese karşı savaşı, homo homini lupus
est.. Çok radikal, çok uçlarda, çok kesinci bir bakış; Sokrates sadece dengeli
bir konumda durarak rahatça çürütebiliyor o sebeple bence.
“O zaman sevgili Thrasymakhos, yönetici konumunda olan
kimse, bu konumda olduğu müddetçe, kendi çıkarına değil de, yönettiği ve
üzerinde sanatını uyguladığı kişilerin veya şeylerin çıkarına olan şeyleri
gözetir ve bu doğrultuda emirler verip düzenlemeler yapar. Bütün konuşmaları ve
eylemlerinde kendine tabi olanların ve inananların yarar ve iyiliklerini
kollar.”
Son darbeyi vuruyor Sokrates. Bakalım Thrasymachus nasıl
cevap verecek?
“Söyle bana Sokrates, senin bir dadın var mı?”
Süper cevap.