Pablo Neruda/Poema X

Kaybettik şu alacakaranlığı bile.
Kimse görmedi bizi kenetlenmiş ellerle bu akşam
çöktüğünde mavi gece dünyanın üzerine.

Gördüm penceremden
uzak dağların tepelerindeki günbatımı şenliğini

Bir parça güneş bazen
bozuk para gibi yaktı elimi.

Seni hatırladım ruhum sıkılarak
şu benim tanıdık hüzünle.

Neredeydin o sıra?
Kimlerin içinde?
Hangi kelimeler çıkıyordu ağzından?
Neden gelir bana bütün bu aşk aniden
ben üzgün ve sen uzaktayken?

Düştü kitap hep alacakaranlıkta kapanan
ve yaralı bir köpek gibi yuvarlandı pelerinim ayağıma.

Hep, hep gidiyorsun akşam boyunca 
heykelleri kaybeden alacakaranlığa.
Devamını Oku Canım »

Anı

1.

Vicdanlı ve onurlu hiçbir insanın yapmaması gereken bir şey yaptık birkaç yıl önce hayatımın aşkıyla. Bu yüzden bir acı paylaştık ki birbirimizin yüzüne bakamaz olduk. O bakamaz oldu daha doğrusu, ben de ayak uyduruyorum işte. Arada bakıyorum belki rastlaşırız diye ama yok, o gerçekten bakamaz olmuş. Bakamazlığı da idrak edemedim hiçbir zaman. Ben bakabilirim gayet, hep bakabildim; yoğun hissettiğim şeyler olmuyor artık gözlerime hükmedecek kadar. Belki aşk... Hayır, aşk öldü. 

 

2.

Duvar saati. Uzun, ahşap, sarkaçlı, duvara çivili. Ortasında, camın arkasında, duruyor saat. Camda beyaz bir yıldız var. Kazımaya girişiyorum bu yıldızı tırnağımla, kabartı bile hissetmiyorum. Aklım almıyor, önceki gün yere düşmüştü bu koyu beyaz yıldız. Kabartmalı salon halısının üstüne. Parmaklarımla kaldırıp yerine, cama yapıştırmıştım yıldızı. Çıkabilen bir yıldızdı o, düşebilen. Kazıyorum, ayaklarım bazen aşağıya çekiliyor çıktığım kanepenin üst kısmından.

Çok düştüm o kanepenin üst kısmından; her seferinde biraz şaşırdım, biraz kırıldım. Çok çıktığım için çok düştüm, ki düşebileceğimi de biliyordum. Risk almayı öğrenmiş, katlanmayı anlamamıştım daha. Kazıyorum ve aklım almıyor. Pes ediyor ve anneme soruyorum, ivedilikle geçiştiriliyorum. Boyumuz kısayken veya sakalımız yokken sık sık geçiştiriliriz. Yıllar geçtikçe unutulur bu geçiştirilmeler, hatırlamak emek ve biraz da haksız suçlama ister. 

 

3.

Tamamen saf, pür tek anım o akşamdı; aksini kanıtlamaya çalıştım zihnime ama hayır, kesinlikle oydu. 

En yoğun duygularımızı bile yaşarken günlük hayatça sabote ediliriz. Terk edildikten sonra şerefsiz yatağımıza uyguladığımız o çaresiz ve amaçsız ama en azından edebi uzanışımızı, telefondan açtığımız mayın tarlası oyunuyla kirletebiliriz. Dünyanın (o an için) en güzel kadınına aşk dolu bakışlarla dalmaya çalışırken asıl daldığımız barın penceresinden görünen kırmızı ışıklı aptal tabeladaki yazı olabilir. Öperken yeni tanışılmış dudakları, saçlar girebilir dudaklarımızın arasından. Cenazede dolu gözlerimize (içten bir doluluk bu gerçekten) rağmen o filmin o sahnesi hakkında beyin yoran düşüncelerle boğuşabiliriz. 

O akşam hayat sızamamıştı hislerime. 

O akşam sadece ben vardım. Gülümsüyordum ve biramı getiren garsona teşekkür etmek bile gelmemişti aklıma. 

 

4.

Olmuyor, dedi, seninle a… Sustu. Nefret ediyorum ciddi konuşmalardan, hiçbir şey gerçek gelmiyor artık. Ne diyeceğini ve ne kadar sıkıcı olacağını tahmin edebildim hemen. Orada bulunuyor olmanın garipliğini ve bunun yaşattığı rahatsız edici ama acınası yabancılığı hissedebiliyor musunuz, bilmiyorum.  

Kimseyle uzun süre paylaşılmamalı böyle güçlü şeyler. Sıkıcıyız çünkü, insanız. Bilmemkaç yıllık hayatlarımıza sığdırdığımız kişilikler, arzularımız sayesinde seksileştirdiğimiz oryantasyon sırasında gösterdiğimiz kadar karmaşık değil. Seninle alakalı değil, bile diyebiliyoruz işte. Beş yıl önce olsaydı, art niyet olmaksızın, dalga geçerdim bu kesilmiş cümleyle. Kahkaha atardı utanmazca, belki üstüme atlardı, omuzuma gülünç bir yumruk atardı belki, belki ısırarak öperdi beni. Artık sadece pasif-agresif şakalar yapabiliyorum beni bir zamanlar (bu da içten) sevmiş insana, kimsenin sevmediği kadar.  

Perşembe, saat dokuz buçuk. Blues söylüyor şimdi Odin’de Nejat Yavaşoğulları’na benzeyen yaşlı adam. Eminim böyle anılmaktan nefret ediyordur.  

“Ne yapmak istersin?” dedim sinirim bozulmuş gibi yaparak. Umurumda değildi o an hissettikleri. Bir süredir umurumda değildi. Hiçbir şey umurumda değildi bir süredir. Kayda değer hiçbir şey yapmıyor, ruhsuzca yaşıyordum. Zaman geçirmek için yaşıyordum. Bu statükocu yaklaşımım, başlarda işe yarayıp zamanı geçirmemi sağlamış olsa da aylar birer birer geçtikçe geometrik bir artış kazanan manevi karın ağrılarımın fısıldamalarıyla, kendisinin işlevine olan umarsız güvenimi kaybetti.  

Suratıma küçümseyerek baktı: Tanımıştı yapmacıklığımı, eskiden olsa utanırdım. Masanın üstünde duran sigara paketime uzandı...

 

5.

Hayat anlamsızdır; bundan şüphe etmedim, etmem. Başkalarının hayatı zaten anlamsızdır ama kendi hayatımız da anlamsız. Sekiz milyar insan, sekiz milyar hayat var. Yaşadığımız her şeyi en az bir insan yaşadı. En özel duygularımız bile o kadar yaygın ki isim koyduk bunlara insanlık olarak üzerinde uzlaşıp. Ömrümüzün varoluşa oranı sıfıra o kadar yakın ki sıfır diyebiliriz. 

Yokuz. Yukarıda veya aşağıda bir şey yok, birbirimize anlaşılmaz yollarla bağlı değiliz, hiçbir ilahi gücün adaletini tatmayacağız ve bazı sevdiklerimiz cesetleşti beyinleri öldüğü için. 

Sekiz milyar insan, sekiz milyar hayat var ve hiçbirinin önemi yok. 

 

6.

Mum yakmama çok güldü. Gözleri kızarmış, çabuk kızarır gözleri. Yatağa attı kendini hala gülerek. Gömleğimi çıkardım gülmesini izlerken. Yatağa yaklaştım, kendine çekti beni ve muma bakıp yine güldü. Dudaklarını öptükten sonra doğrulup suratını inceledim meğerçokkomik mum ışığında. Şaşkın bir gülümsemesi var çok mutlu olduğunda görebildiğim; gözleri açılmış sonuna kadar, berbat bir şaka yapmaya hazırlanıyor gibi. Çok seviyorum bu halini. 

Vazgeçiyor şaka yapmaktan. Doğrulup üstünü çıkarıyor ve kahkahalara boğuluyor. Şimdi gerçekten şaşkınım; gülmekten içine kaçan nefesiyle üçüncü üflemede söndürebiliyor mumu. Tanıştıklarında bile tanıdık gelen iki ten değiyor birbirilerine. 

 

7.

Hatırladığım en eski anım bu: Teyzemin eski evindeyiz. Koltuklar, kanepeler ve birkaç sandalye devasa kadınlarla dolu. Herkes konuşuyor ve hepsinin bütün dikkati sohbette. Bacaklarım kadar uzun ve benden biraz daha geniş bir saksının yanındayım. Sihirli fasulye gibi tavana yükselmiş uzun, ince bir bitki... Başımı kaldırmış tavanı delmesini bekliyorum.  

Hayat mucizelerle dolu. 

 

8.

Bir haftasonu kavuşabilmiştik sonunda. Dönmüştü farklı bir denizi olan şehrinden. Havaalanından eve gidene kadar garip davrandı biraz ama umursamadım, tuhaf biriydi zaten. Nihayet çelik kapıyı açtığımda gözlerinden yaşlar akıyordu, onu bu halde çok az görmüştüm. Sözünü kesip sarıldım ona. Omuzumu ıslattı ağlayarak. Önemli değil, dedim, olur öyle. 

 

9.

Güneşin yakmadığı, hafif esintili, çimenleri esrar kokan bir bahar günüydü. Bilmiyorum, doğru olmayabilir bu. Yağmur yağıyordu belki de. Belki de Akdeniz sıcağı bunaltıyordu beni. Önemli değil havanın nasıl olduğu. Hava geçmişteki güzel günün metaforu. Ondan bahar, ondan hafif esiyor; gülümsemenin hatırına...

Mutlu ve hayat dolu hissettiğim nadir aralıklardan biriydi. Erken uyanıp uzun uzun yürüyordum, derslerim yoğun değildi ve okulumun son yılıydı, birkaç ay sonra mezun olacaktım. Kendimi ve çevremdekileri seviyordum, günlerim hızlı geçiyordu. Her şey harika olabilirdi.  

Mutluluk dağılımında toplumsal adalet yoktur. Mutlu olanlar daha mutlu; mutsuz olanlar daha mutsuz oluyor çoğu zaman. Benim de böyle bir dönemde katlandı mutluluğum. İnsanlar acılar içinde günlerini bitirip ömürlerini eksiltmeye çalışırken yeni tanıştığım güzel bir insanla sigara dönüp bulutları izledik kampüsteki açık hava tiyatrosunda. Ne kadar ilginç insanlar olduğumuzdan bahsetmedik, birbirimizin soyisimlerini öğrenmedik, bölümlerimiz hakkında konuşmadık ama bazı bulutlara ikimiz de hayran kaldık. Çok fazla güldük.

Dingin bir heyecan vardı üzerimde. Derse gitmesi gerektiğinde üzülmedim ama. Numaramı istememiş olsa da yeniden karşılaşacağımızdan emindim o taş oturaklarda. Basamaklardan indim, başım dönüyordu biraz, fakülteye doğru giderken yolumu değiştirdim istemsiz. Derse gidemezdim, o an hiçbir havayı iki yüzden fazla insanla paylaşmak istemedim, hiçbir şey hakkında düşünmeyi de istemedim. 

Kampüsten çıktım, ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum ama kendimi bara attığımda epey yorulduğumu fark ettim. Bir aynadaki yansımama bakıp gülümseyecek kadar tatlı hissediyordum. 

Ona o gün âşık olduğumu düşünmek istiyorum bazen. Doğru değil tabii ki bu ama insan bu doğaüstü hisleri, zihinde güçlü bir yeri olan anılara bağlamak istiyor işte, zirvede hissettiğini en başta da hissetmiş olmak istiyor.

 

10.

Alçak bir insan olduğum için güzel hatırlamam gereken anılarımı, pek bakmadığım köşelerine sıkıştırıyorum zihnimin. Elimden tutup koşturması beni barlarla dolu sokakta kahkahalarla, hastayken atkımı maskeleştirip (bulaşmıştı yine de) yanıma sokulması, uyurken elimi tutup karnına götürüşünü, doğum günüm için aldığı hediyeleri dayanamayıp birkaç gün öncesinde vermesi ve her seferinde buna pişman olması... 

Arkadaşlarımızla kutladığımız sarhoş ve eğlenceli yılbaşı gecesinde kimse fark etmeden sıvışmıştım yatak odasına. O güzel gecede, sanırım içimdeki bir şeyler bozuk olduğu için, hüzünden dolmuştu gözlerim. Odaya gelip beni o halde gördüğünde şaşırmamıştı bile. Ben de toparlanma gereği duymadım nedense. Misafirlerimizi bir an bile umursamadan uzandı yanıma. Hiç olmadığım kadar savunmasızdım ama içim bir anda huzurla dolmuştu. 

Beni yerden yere vurması gereken o cenazenin gecesinde yatakta uzanırken hiçbir şey, hiçbir acı hissetmediğimi, kendimden belki de tiksinerek, anlattığımda bile sevebilmişti beni. 

 

11.

Daha dramatik olacağını sanıyordum tüm bunların. İçimin acıyacağını, son kez dönüp bakacağımı, sarılacağımızı, belki güzel veda sözleri… Evi ben terk ettim.

İnsanlar, birbirilerine doyabilirler.

 

12.

Sonra kalıyorum bir başıma. Kırmızı ışıklı bir barda, dibinde ateşin. Gözlerim kanlıydı en son ve a Whiter Shade of Pale çalıyor. Gülümsüyorum. Ölmek istiyorum.

 

13. 

O saatin camındaki koyu beyaz yıldız hiçbir zaman yere düşmedi. 

O saksı o kadar da büyük değildi ve o bitki tavanı delemezdi. 

O romantik, filmsi anları başkalarıyla da yaşayabilirdim. 

Anılarım gerçek değil. Yaşadığım şeylerin çok da bir önemi yok. 

Dönüp baktığımızda çoktan karar vermişizdir aslında ne olacağına. Anılarımız, kararımıza uygun bir yaklaşımla dönüşmüştür; yüce hislerimiz birer birer ölmüştür. Elimizde kalan bir hayat var, onu da bir an önce bitirmek gerek paylaşmaktansa.

 

14.

Hayat, saçma sapandır. 

 

 


Devamını Oku Canım »

Cesare Pavese/Yaşama Uğraşı

Tann'nın varlığı konusunda kararsız oldukları halde, alay ederken bile onun varlığını derilerinin altında duyan o eski kafalı insanlar için Tann'ya sövmek hoş bir şey olmalı. Adamın biri astım nöbetine tutulur, başlar sövüp saymaya. Niyeti, o varsaydığı Tann’yı kızdırmaktan başka bir şey değildir. Düşünür ki, eğer Tanrı varsa, her sövgü çarmıhtaki çivilere inen bir çekiç, Tann’ya yöneltilmiş bir saldırıdır. Bunun sonunda Tann -düzen öyle gerektirdiği için- büyük bir öfkeyle, adamın başına başka belalar yağdıracak ve onu cehenneme gönderecektir. Ama dünyanın altını üstüne de getirse, uğradığı saldınyı, çekiç darbelerinin acısını kimse yok edemez. Hiç kimse! Bu da az avuntu değildir. Aynca, her şeye rağmen, söz konusu Tanrı’nın her şeyi düşünmediğini gösteren bir durumdur bu. Düşünün bir kere! O, her şeyin üstünde olan en güçlü varlıktır; insan ise, sadece bir pislik, bir hiçtir. Gene de onun canını sıkacak, onu kızdıracak, bir an için de olsa, onun kutsal varlığını tedirgin edecek güce sahiptir insan. Gerçekten insanlık onurunun verilebilecek en büyük kanıtıdır bu. Acaba bu konuda neden bir şiir yazmamış Baudelaire?

---

Manevi bakımdan böyle bir çöküntüye düşünce, maddi çöküntünün de gerektiğini düşünüyorum ister istemez. Sözgelimi, ayakkabılarımın altlarının delik olması ne kadar uygun olurdu şimdi! Ancak böyle açıklayabilirim içimde duyduğum intihar dürtüsünü. Ne zaman bir güçlükle ya da acıyla karşılaşsam, hep intihan düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum. Beni korkutan da bu: Temel ilkem intihar, gerçekleştiremediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim, ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar. İşin korkunç yanı, şu anda yapabileceğim hiçbir şeyin bu durumumu düzeltemeyeceği; çünkü, eskiden kendimi gene böyle bir durumda bulmuş, fakat beni kurtaracak bir çıkar yola rastlayamamıştım. Şimdi de bu adımı atacak gücü kendimde bulamayacağım. Bu kadannı kesinlikle biliyorum

---

Bundan şu anlaşılıyor: Gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşadığı ve yaşayacağı bir zindandır. Bunun dışındaki her şey -düşünce, eylem- sadece düşünsel ya da fiziksel bir oyalanmadır. Öyleyse önemli olan, bu gerçeklikle yüz yüze gelebilmektir. Bundan ötesi önemsizdir. Bir zamanlar olduğun gibi yalnızsan, yüksek sesle düşünerek oyalanmanın keyfini bile süremezsin, sadece bir ağaç gibi yaşamanın dışında bir şey yapamazsın. (Bir daha söylüyorum) dram burada işte: Yüksek sesle düşünmekten kaçın; hayata bir oyalanma gözüyle bakmaktan vazgeç; bunun ötesindeki her şeyin acısını çek sessizce; ve gerçekliğe karşı öfkelenerek yücel. Herkesten kopup aynlmak her insanın elinde olan bir şeydir.

---

İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine -bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine- yol açan manevi çöküntü kadar aşağılık bir şey yoktur. Sorumluluk, vicdan, irade gelişigüzel yüzüp durur bu ölü denizde, sulara gömülse bile rastgele bir akıntıyla yeniden ortaya çıkar. Asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremeyen değil -bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostluğu, bir kadınla mutlu bir ilişkiyi sürdürmek, ekmek parasını kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. Başarısızlığın en acısı budur.

---

Bir arabanın altında kalmanın ya da öldürücü bir hastalığa yakalanmanın korkusuyla kendini öldürmeyi düşünmenin hiç de gülünç ve saçma bir yanı yoktur. Acı çekme derecesinin dışında, insanın kendini öldürmek istemesi, ölümünün önemli, bilinçli ve yanlış yorumlanmaması gereken bir eylem sayılmasını istemesidir. Bu yüzden intihar edecek bir kimsenin ezilmek ya da zatürreeden ölmek düşüncesi gibi anlamsız bir şeye katlanmamasını doğal karşılamak gerekir. Onun için üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat. 

Devamını Oku Canım »