Hayatımızdaki her olay için sadece bir anlığına “oluyor” diyebiliriz; ardından sonsuza dek “oldu” demek zorundayız. Her akşam bir günümüz eksiliyor hayatımızdan. Eğer varlığımızın en derinliklerinde sonsuzluk pınarının bize ait olduğunun ve böylece hayatı her zaman tazeleyebileceğimizin gizlice bilincinde olmasaydık, bu kısa zaman diliminin elimizden böyle kayıp gitmesine muhtemelen öfkelenirdik.Bu bahsedilenler anın tadını çıkarmak ve bunu hayatın amacı kılmanın en büyük bilgelik olduğu inancına sürükleyebilir; çünkü sadece "şimdi" gerçektir ve diğer her şey düşünce oyunlarından ibarettir. Ancak böyle bir hayat amacı delilik olarak da görülebilir; çünkü bir sonraki anda varolmayı bırakan ve bir rüya gibi kaybolan şey asla ciddi bir çabaya değmez.
Varoluşumuzun dayandığı tek şey, sürekli yok olan "şimdi"dir. Bu yüzden, bulmak için durmaksızın çabaladığımız huzuru, asla bulma olasılığımız olmadan, sürekli bir hareket biçimini almalıdır varoluşumuz. Yokuş aşağı koşan ve durmaya kalkarsa yere çakılacak birine, parmak ucunda dengede tutulmaya çalışılan bir sırığa benzer bu. Demek ki huzursuzluk, varoluşun bir türüdür.